Geçtiğimiz gün hattın diğer ucundakine ne yaptığını sorup “Televizyonda Süt Kardeşler var” yanıtını alınca sıradaki ilk sorum çok tekinsiz ses tonumla “Gulyabani çıktı mı” oldu. Gerçek hayattakinden olgun ama hışırtılı telefon sesini yediğim muhattabımın “Ahaha, şimdi çıktı”sıyla üstüme çöken ağırlık -kulaklarımda tıngırdamaya başlamış “Gulyabani müziği” eşliğinde- beni yorarken bir-iki şeyi fark ettim: Gulyabani’yi daima Tarkan Viking Kanı filminden tanıdığımız Dev Ahtapot’la birlikte anıyordum. (Ve bu durum beni her fırsatta Türk sinemasının dünyaya armağan ettiği bu iki yaratığı kendi kendime karşılaştırmaya itiyordu.) Sonra ses tonumdaki tekinsizliğin Gulyabani’yle hiçbir ilgisi yoktu. Sesim iğrençti.
Filmin iki afişinden biri |
Dönemin şartlarında suyun altında çekim yapılamadığından,
Tarkan ve Ahtapot’un boğuşma sahneleri İzmir Efes Oteli'nin pencerelerinden
çekilmiş. Ahtapot’un kolları iplerle, vücudu ise Ahtapot'un içine giren bir set
işçisi tarafından hareket ettirilmiş (Kaynak: kameraarkasi.org). Diğer taraftaysa
sakalı, bıyığı, dökülmüş saçıyla normal bir insandan tek farkı orantısız vücudu
ve sıradışı uzuvları olan Gulyabani için bu tanıma uyan dev bir maske
hazırlanmış. Görelim ne söylemiş:
Gulyabani'nin -gitarın tellerine rastgele vurularak elde edilmiş de olsa- kendine has, çocuklar için adrenalin dolu gecelerin müjdecisi bir müziği vardır. Üstelik kendisi geceleri ortaya çıkar ve takıldığı mekan konak bahçesidir. Bacı kalfa rolündeki Yasemin Esmergül’ün şaşkın bakışlarıyla korkuyu artırma yolunda iyi bir ikili oluşturur. Tarkan filmindeki Ahtapot sahnesinin başında ise bir kışkırtma söz konusudur. Vikingli Toro'nun ''Her zaman söylerler, Türkler çok yürekliymiş. Göster bakalım yüreğin kaç okka'' sözleri, denize doğru bağlanmış halde bekleyen Tarkan suretiyle birleşip izleyicide denizden bir pislik çıkacağı izlenimi uyandırır, bir nevi ağır ağır aksiyona hazırlar. Gulyabani ise aniden çıkagelir!
Tarkan'ın Ahtapot'la mücadele ettiği sahneler, Ahtapot'a ''~ ~'' şeklindeki gözlerinin kattığı mutlumsu ifade yüzünden Tarkan'la ikisi suda şakalaşıyormuş gibi başlar. Sonra -yine teknik yetersizlikler nedeniyle- Tarkan, Ahtapot'un kollarından tutup o kollarla kendi boğazını sıkar, can çekişir; işi zorla ciddiye bindirir. Tam bu esnada suyun kaldırma kuvvetinin (O icat edilmiş.) Kartal Tibet'in Tarkan kostümünü yükseltmesiyle kadraja belli aralıklarla ''slip don'' girmeye başlar. (Bu sayede Türklerin yalnız çok yürekli değil, iç giyimde de öncü olduğunu anlarız.) Gulyabani ise kurbanlarıyla herhangi bir münasebette bulunmaz. Gösterir ama gelmez. Konaktakilere doğru ağır adımlarla yaklaştığı sahneler Gulyabani avına varmadan sonlanır. Filmin sonunda Gulyabani maskesini Kemal Sunal'ın ellerinde gören çocuklar yatağa giderken bu sahneye odaklanmaya çalışır. Falan filan... (Ahtapot’a işlemeyen bıçak darbelerine kalemim yetmiyor.)
Ed Wood'dan bir sahneyle bitsin.
Harbiye'de yol soran ördek gördüm. Hayvan kaldırımda kafasını kaldırmış, gelene geçene soran gözlerle haykırıyordu. Neredesin De La Fontaine?